17 Mart 2017 Cuma

Her Pedalda Özgürlük

Belki de pek çok çocuğa göre daha geç öğrendim bisiklete binmeyi belki de pek çok çocuğa göre daha erken...

Ayvalık'ta Aytaş Otel'in avlusunda sarı kırmızı renklerdeki bisikletimden düşe kalka bisiklete binmeyi öğrenmeye çalıştığımı hatırlıyorum. 9 ya da 10 yaşındaydım.

Binmeye başlayıp rüzgarı yüzümde hissettiğim anda bisikletim benim ayrılmaz bir parçam oldu. O benim özgürlük aracımdı... Evden çıktığım anda pedal çevirerek her yere gidebilirdim... Yaz bitip, Karşıyaka'ya döndüğümüzde arkadaşlarımla rotamız Çamlık Sokağı, fidanlık ve Aksoy civarı oldu. Çok havalı bir grup olmuştuk. Artık bisikletsiz bir hayat düşünemezdim. :)

Sonrasında Foça'da geçirdiğimiz yazlarda 13 yaşımdan; 18'imde ehliyetim ve arabam olana kadar bisikletim benim tek ulaşım aracımdı. Hem abimle ve arkadaşlarımızla hem de yalnız tüm günüm geçerdi bisiklet üstünde.

O kadar hızlı giderdim ki yüzüme rüzgar vurur, gözlerim yaşarırdı... Beynimde hep özgürlük şarkıları...

Özgürlük... ne önemli bir değer... Benim için hep en öncelikli değerlerden biri hayatımda. Herkesin özgürlüğü ifade etme ya da hayatında yaşayış şekli farklı. Ama bu değeri her birimiz nasıl tanımlarsak tanımlayalım ya da hepimiz için önceliği ne olursa olsun; yaşamımızda bu değerin tatmin edici miktarda yer bulması gerekiyor. Yoksa mutsuz oluyoruz.

Benim için özgürlük ifadesi 10 yaşından sonra bisiklet; 18 yaşından sonra araba oldu... Sanırım o yıllarda en önemli şey kendi kendime yeterek bir yere ulaşabilmekti en istediğim... Şimdiyse bu değerin elle tutulur bir temsili yok. Genç yaşlarımda şanslıydım ki kendi özgürlük hissiyatımı ifade şeklimi bulmuştum ve bu değeri yaşamam için fırsatım oldu.

Çocuklarımızı yetiştirirken onların hangi değeri nasıl tanımladıklarını; bizim için belki de çok önemli olmayan nesnelere ne anlamlar yüklediklerini fark etmek ve onlara kendi değerlerini önceliklendirerek, bu değerleri ifade edecekleri fırsatlar yaratmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Böylelikle mutlu çocuklar, mutlu ergenler ve mutlu yetişkinler olarak toplumda sağlıkla yer bulabiliriz. Peki ya sizce? En başta kendi değerlerimizin yeterince farkında mıyız?



24 Şubat 2017 Cuma

Senin adın İris - 04.10.2016 - ADB-SAW

Canım Kızım,

İşte babanla dönüş yolundayız. Bu Foça'ya ve Ayvalık'a sen karnımdayken son gidişimiz olduğundan kendimi bir garip hissettim. Foça'da otururken ya da oradaki odamda uyurken düşündüm de; bir dahaki gelişimde yanımda sen de olacaksın... Bundan sonra yani 2 ay kadar sonra sen hep bizim yanımızda olacaksın... Düşündükçe ne kadar heyecanlanıyorum bilemezsin.

İlk kez adını açıkladık. Pazar günü anneanneni de yanımıza alarak Ayvalık'a gittik. Babaanne ve dedeni ziyaret ettik. Orada halan ve büyük halan da vardı. Herkes bir aradayken ismini açıkladık. Epey zamandır soruyorlardı ismine karar verip vermediğimizi, biz söylemiyorduk. "İris" :) ismin son derece içime sindi benim. Yunan mitolojisindeki anlamı gibi umarım sen de tanrıların elçisi olursun...

Büyükbaban der ki; bizler hepimiz Tanrı'nın yeryüzündeki suretleriyiz. Ve onun yardımcılarıyız. Hepimiz herşeyi Allah'tan beklemek yerine; insanlara, çevremize yardım etmeliyiz, iyilik yapmalıyız, onun elçisi olmalıyız. İşte senin isminin anlamı da bunu yansıttığı için bu kadar içime sindi...

Gidiş yolculuğunda yazdığım yazıda anlattığım gibi; senin en güzel, en erdemli değerlerle yetişmen için Tanrı'nın bir sureti olarak dürüst, iyiliksever, adaletli, sevgi dolu, saygılı, mutlu, hayırlı bir "insan" olarak yetişmen için elimizden gelen herşeyi yapacağız.

Tam & bütün bir birey olarak, bunun farkındalığıyla, özgüven içinde büyümeni sağlayacağız. Senin için herşeyin, her anın en güzelini diliyoruz.

Seni çok çok seviyoruz.

Annen

İris - 30.09.2016 - SAW-ADB

Canım Kızım,

hatta artık söyleyebilirim: canım İris'im... :)

Senin beklenen doğum zamanına 2,5 aydan az bir süre kaldı. Bu doğumdan önce uçakla son İzmir'e gidişim. Yarın baban da İzmir'e gelecek & 4 Ekim'de birlikte evimize döneceğiz ve ondan sonra senin için hazırlıklarımızı tamamlayacağız. Heyecanımız artarak senin dünyaya gelişini beklemeye devam edeceğiz. Sana özellikle uçaktan yazmak istedim; çünkü benim şu zamana kadar hayatım uçaklarda &havaalanlarında geçti & uçakta nedense hep yazı yazmak gelir içimden...

Sen beni tanıdığın zaman nasıl bir anne olarak tanıyacaksın merak ediyorum... Hayat bize neler getirecek, neler sunacak... Şu son bir yılda hayatım çok değişti... hiç düşünemeyeceğim bir hal aldı... Senin gelmenle daha da değişecek biliyorum. İlk kez anne olacağım & bu duyguyu tadacağım için inanılmaz heyecanlıyım.

Yıllardır çevremi, toplumu gözlemliyorum. Bilmelisin ki annen sürekli hayata, insanlığa, yaşamaya ve felsefeye kafa yoran birisi... Herkesin hayatından dersler çıkarmaya & sürekli öğrenmeye çalışan birisi. Öyle bir söz vardı: "En akıllı insanlar başkalarının hatalarından ders çıkarıp öğrenenlerdir; çünkü hayat tüm hataları kendimizin yapacağı kadar uzun değil zaten"gibi birşey. :) Bunu yıllar önce okuduktan sonra hep uygulamaya çalıştım.

Sana karşı çok iyi bir anne olmaya çalışacağıma emin olabilirsin... Ben senin varlığın için hergün şükredeceğim... şu anda da şükrediyorum.

Hiç hata yapmayacağımı iddia etmiyorum; edemiyorum... Ama sana karşı bilinçli, anlayışlı, sevgi dolu, özüne saygılı bir anne olmaya çalışacağım. İnsan bir değer varlığı... Ve bilmelisin ki senin annen değerlerinin farkındalığıyla yaşayan iyi bir insan. Herşeyden önemlisi iyi kalpli ve mutlu bir insan... Baban da aynı şekilde çok çok iyi bir insan...

Ve bizler sana bu değerleri aşıladığımız, mutlu bir hayat sunmak için elimizden gelen herşeyi yapacağız. Sen çok ama çok şanslı bir insan olacaksın ... çok sevileceksin... Ve bizler de Tanrım seni bize bahşettiği için çok şanslı insanlarız... Seni çok seviyoruz...

Annen

Kızıma ilk mektup - 30.06.2016 - ADB-SAW

Canım Kızım,

Bu sana ilk mektubum... Şu anda henüz 16 hafta 6 günlüksün (karnımın içinde) :) Kız olduğunu henüz geçtiğimiz hafta sonu öğrendik. Seni o kadar heyecanla, o kadar dört gözle bekliyoruz ki... Bilemezsin... Ancak doğduktan sonra ne kadar sevildiğini idrak edebildiğinde belki biraz anlayabilirsin...

Bil ki çok ama çok seviliyorsun... Şimdiden... Daha yüzünü görmeden... Daha seni tanımadan... Sadece "sen" olduğun için & sadece "var" olduğun için... Çok ama çok kıymetlisin...

Şimdilik tek duam sağlıkla dünyaya gelmen. Hala önümüzde 5 aylık bir süre var. Sana kavuşacağımız günü hayal ediyorum ve içimden kelebekler uçuyor... O gün senin dünyadaki ilk günün olacak; bizimse hayatımızın dönüm noktası...

İnsan hayatında birkaç dönüm noktası vardır. Fakat sanırım bundan daha dönüştürücüsü yoktur... :) O günden itibaren hayatımızı anne & baba olarak sürdüreceğiz. Yepyeni bir rol; fakat çok hazır olduğumuz, dört gözle beklediğimiz bir rol...

Ben biliyorum; hissediyorum... Herşey çok güzel olacak...

Annen

17 Ekim 2012 Çarşamba

Neden mi Istanbul?

Pek çok kişiye göre İstanbul'da yaşamak ızdırap... Bazılarıysa İstanbul'a aşık ~ benim gibi...

Yeni oluşan hayat düzenimde bana da sıklıkla sorulur oldu bu soru: Ne var bu İstanbul'da seni tutan?

Ve bugün bu sorunun pek çok cevabı bir anda parmaklarımdan kağıda döküldü...

Ben; bu şehrin bana kattığı enerjiyi seviyorum... Sokaklarında yürümeyi, caddelerinde araba kullanmayı, köprüyü geçmeyi seviyorum...

Köprüyü her geçtiğimde şehre tekrar aşık olmayı seviyorum...

Boğazı seviyorum ~ Boğaz'ın; her mevsim bir başka renge bürünmesini seviyorum ~ Hele bir de mevsimlerden erguvansa...

Bir gün Boğaz kenarında; bir başka gün ise Asya tarafında Marmara kıyısında adaları seyrederek yürümeyi seviyorum...

Martıları her gördüğümde nefesimin kesilmesini seviyorum... Normal mi bilmiyorum?!? :)

Sokak kedilerini seviyorum İstanbul'un... Onları fotoğraflamayı ~ Ve şehrin her köşesinden muhteşem kareler yakalayabilme ihtimalini ve bunun heyecanını seviyorum...

İstiklal Caddesi'ni seviyorum ~ insan çeşitliliğini; mekan çeşitliliğini; lezzet çeşitliliğini; caddenin hatta şehrin 24 saat uyanık kalışını...

Caddede karmaşa içinde yürürken asansörle bir binanın çatısına çıkıp gördüğüm muhteşem Boğaz manzarası karşısında her seferinde şaşırmayı; ve yüzümde beliren gülümsemeyi seviyorum...

Şehrin orta yerinde bir anda sükunet ve huzuru hissetmeyi seviyorum... Sonra aynı hızla tekrar karmaşa ve gürültüye dalmayı...

Özellikle geceleri araba kullanmayı seviyorum bu şehirde... Radyo kanallarında gezip beni gafil avlayan bir şarkıyla bambaşka yolculuklara çıkmayı seviyorum... Ama fonda illa ki İstanbul; illa ki Boğaz olacak... Sarayların, köprülerin, Kuleli'nin ışıkları; Sultanahmet'in silüeti olacak...

Galata Köprüsü'nde ve denize kıyısı olan her yerde, günün her saati balık tutanları görmeyi seviyorum...

Bu şehrin yalnızlığını da seviyorum; sosyalliğini de... Hiçliğini de seviyorum;
çokluğunu da...

Ve evime her girdiğimde kendimi bir şarkı mırıldanırken fark etmeyi seviyorum...

Ben; "İstanbul'daki ben"i seviyorum...

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Ruhun Eriskinliği

11.05.2012 - bugün bir kelebeğin gözlerinden gördüm dünyayı. Nasıl olur demeyin, delirdim sanmayın. Olurmuş, ruh seyahat edermiş, istediği bedene girer, istediği gözden görür, istediği ayaklarla yürürmüş...

Yürüyünce anladım...

Evrende aslolan tek şey mutlak sevgi ve hergün uyandığımız bu dünya algıdan ibaret.

Ben bugün orjinalime döndüm, en derinde özümü hissettim ve ruhumla evreni kucakladım.

Teşekkürler Marilyn Atkinson. Bu deneyim bana güç ve enerji vermeye devam edecek.

21 Şubat 2012 Salı

Oynamayan gelin "yerim dar" dermiş

"Oynamayan gelin yerim dar dermiş"... :) Bu sözü geçenlerde Kerem Twitter'da yazmış. İlk kez ondan duydum. Ben de ona karşılık olarak "yani neymiş; istemeyen insanın bahanesi bitmezmiş" dedim...

Evet.. İstemeyen insanın bahanesi bitmez... Peki ama insanlar gerçekten ne istediklerini biliyorlar mı acaba?!

Çok zaman önce de şu sözü okuyup beğendiğimi hatırlıyorum : "if it's important, you'll find a way - if it's not, you'll find an excuse."

Aynen :)

Bunu hepimiz yapıyoruz muhtemelen... Bizim için gerçekten neyin önemli olduğunun ayrımını yapmadan yaşayıp gidiyoruz... Karşımıza çıkan fırsatları, olayları ve insanları bu konudaki farkındalığımızın düşüklüğünden dolayı değerlendiremiyoruz... Bahaneler bulmak daha kolay geliyor...

Bazen de ne istediğini bilse de ya da bildiğini sansa da bir insan; "ertelemeler" yazısında dediğim gibi kabuğunda kalmak daha kolay geliyor. Hazır değilim, ya yine olmazsa, ya yine üzülürsem, belki de ya yine beceremezsem gibi korkularımız nedeniyle erteliyoruz aksiyon almayı. Hep de bir bahane buluyoruz bu korkuları saklamak için...

"Peki bu konu benim için neden önemli?" ve "Bunu gerçekleştiriyor olmak neden değerli?"- Sorularının cevabını kendi kendimize verdiğimizde konunun bizim için anlamı ve önemi konusundaki farkındalığımızı sağlayabiliriz - yeniden bir seçim sunduğunda hayat bize...

Bu farkındalık bana koçluk yaklaşımının en büyük katkısıdır.. Hayatı önceliklendirebilmek, korkulardan sıyrılmak - ve derindeki korkuların farkına varabilmek adına...

Herkese apaydın günler diliyorum... :)