21 Şubat 2012 Salı

Oynamayan gelin "yerim dar" dermiş

"Oynamayan gelin yerim dar dermiş"... :) Bu sözü geçenlerde Kerem Twitter'da yazmış. İlk kez ondan duydum. Ben de ona karşılık olarak "yani neymiş; istemeyen insanın bahanesi bitmezmiş" dedim...

Evet.. İstemeyen insanın bahanesi bitmez... Peki ama insanlar gerçekten ne istediklerini biliyorlar mı acaba?!

Çok zaman önce de şu sözü okuyup beğendiğimi hatırlıyorum : "if it's important, you'll find a way - if it's not, you'll find an excuse."

Aynen :)

Bunu hepimiz yapıyoruz muhtemelen... Bizim için gerçekten neyin önemli olduğunun ayrımını yapmadan yaşayıp gidiyoruz... Karşımıza çıkan fırsatları, olayları ve insanları bu konudaki farkındalığımızın düşüklüğünden dolayı değerlendiremiyoruz... Bahaneler bulmak daha kolay geliyor...

Bazen de ne istediğini bilse de ya da bildiğini sansa da bir insan; "ertelemeler" yazısında dediğim gibi kabuğunda kalmak daha kolay geliyor. Hazır değilim, ya yine olmazsa, ya yine üzülürsem, belki de ya yine beceremezsem gibi korkularımız nedeniyle erteliyoruz aksiyon almayı. Hep de bir bahane buluyoruz bu korkuları saklamak için...

"Peki bu konu benim için neden önemli?" ve "Bunu gerçekleştiriyor olmak neden değerli?"- Sorularının cevabını kendi kendimize verdiğimizde konunun bizim için anlamı ve önemi konusundaki farkındalığımızı sağlayabiliriz - yeniden bir seçim sunduğunda hayat bize...

Bu farkındalık bana koçluk yaklaşımının en büyük katkısıdır.. Hayatı önceliklendirebilmek, korkulardan sıyrılmak - ve derindeki korkuların farkına varabilmek adına...

Herkese apaydın günler diliyorum... :)

18 Şubat 2012 Cumartesi

Hayata tutunmak - 12 Şubat 2012

Dün Öykü'nün doğumgünüydü ve Derya ve Nil adında iki arkadaşıyla tanıştım yemekte. Onları görmek bana hayatı bir kez daha sorgulattı. Çok şükür demeyi hatırlattı. Bir çoğumuzun ne kadar fani ve ne kadar yüzeysel sorunları var hayatta.

Derya ve Nil 1978 doğumlu ikizler. '99 depreminde Yalova'daki yazlıklarında annelerini, akrabalarını ve arkadaşlarını kaybetmişler! Ardından depresyondan dolayı 90 kilo kadar almışlar & şu anda Nil 150 - Derya 160kg. Derya 6 yıldır ağır şeker hastalığından dolayı gözleri de görmeyen hasta babasına bakmış evde. Son 7 ayda babaları bacağını da kırarak yatağa mahkum duruma gelmiş ve malesef geçen ay babalarını da kaybetmişler. Nil mali müşavir, çalışıyor; ancak Derya bunca yıldır evde... Şu anda ise birbirlerinden başka kimseleri yok hayatta.

Derya ve Nil'i dışarıdan gören insanlar onların acınacak durumda olduğunu düşünebilirler; ancak tam tersine yaşadıkları onca olumsuzluğa rağmen hayata bağlılıkları, güçlü duruşları, ve samimiyetleriyle kesinlikle en çok saygıyı hak eden kişiler olduklarını düşünüyorum. Ve ben onlara içtenlikle hayran oldum.

Benim yaşımda bu kadar farklı hayatlar yaşamış insanları görmek; ve yaşamlarına tanıklık etmek;  çevremdeki bazı insanların son derece yüzeysel sorunlar karşısındaki şımarıklıklarına tahammülümü iyice alt sınırlara taşıyor.

Bilmeliyiz ki yaşamda karşımıza ne gibi engeller çıkarsa çıksın; yaşam devam ediyor... Güneş hergün yeniden doğuyor... Ve her yeni doğan gün bizlere yepyeni başlangıçlar sunuyor...

Evlilik üzerine...

Dün akşam "Aşka olan meyilim senin yüzünden" isimli oyunu seyrettim. Evliliklerin nasıl başlayıp nasıl şekil değiştirdiğini gösteren bir komedi...

Peki böyle olmak zorunda mı evlilikler?

Belki de şimdiki yapıldığı gibi yapılmaya devam ettiği sürece erozyona uğrayarak tükenmeye mahkum.

Ben şimdilere baktığımda 2 tip evlilik yapıldığını gözlemliyorum;

1) çok aşığım deyip gözü hiçbir şey görmeden yapılanlar
2) kızın ve/veya erkeğin elindeki checkliste bakarak yapılanlar

Çok aşığım diyenler o ilişkinin evlilik gerçekliğine taşındığında önünü arkasını sağını solunu düşünmediklerini / görmediklerini fark ediyorlar. Yani aşk gündelik mecburiyetlerle sarmalandığında aslında konuşacak birşeyleri olmadığı, ortak paydalarının aslında ne kadar az olduğu gün gibi çıkıyor ortaya.

Checklist ile yapılanlardaysa; checklistteki kalemler ne yazık ki son derece yüzeysel; o kişilerin aslında birbiriyle uyumuna hiç ayna tutmayan maddeler oluyor. İnsanlar bunun mantıklı / doğru bir evlilik olacağını düşünerek yine yanılıyor...

Peki bunun doğrusu nedir diye düşünürsem; ben de hiç evlenmemiş biri olarak belki de çok bilmiyorum. Ama bana öyle geliyor ki; her ilişkide olduğu gibi; bence sağlıklı bir birlikteliğin ana maddesi değerler olmalı.

O meşhur checklistler değerlerden oluşmalı... İnsanlık, sevgi, aile değerlerin ne kadar örtüşüyor? Evlilikteki beklentin nedir? Özgürlük, güven ve dürüstlük kavramları senin için ne ifade ediyor? Doğabilecek çocuklarınıza nasıl değerler aşılanacak bu evlilikte?

En başta bunların örtüşmesi gerekiyor bence... Ve tabii ki o meşhur elektriğin de var olması gerekiyor, olmazsa olmuyor.

Bence böyle bir paket evlilik. Ortak değerler ve paydalar zemininde kurulduğunda ancak uzun ömürlü olabilir.

Bu konu derin... Üzerine daha çook yazı yazarım mutlak. Evet; ben henüz evli değilim; olunca ve olursa da uzun ömürlü, uyum içinde, keyifli ve huzurlu bir birliktelik olmasını diliyorum.

İki tonton yaşlı insanken de elele, sohbet eden, kahkahalar atan iki insan... Olamaz mı - olabilir... :)

Pereme nedir?

Nailem Teyzem "pereme"nin anlamını söyledi; dedemle ilgili yazımı okuduktan sonra.

Çıtı pıtı, cimcime, bıcırık anlamındaymış..

Böcek değilmiş yani! :)

15 Şubat 2012 Çarşamba

Dedemi hatırlamak... ve anmak adına...

Dün gece eniştemin Temmuz 2001'deki ailece yaptıkları Rodos ziyaretinde çektiği video görüntülerini izledik...

Ordaki evimiz... Bir tanecik Rahmetli dedem... Dedemin son nefesine kadar sayıkladığı hayvanları... Sadece 10 yıl öncesi olmasına rağmen dimdik yürüyen anneannem... Kapı önündeki incir ağacımız... Evimizin manzarası... Oturup taze badem kırdığımız taş avlu... Hep uzandığımız sedir... Kalabalık da olsak bir şekilde sığdığımız yemek masası...

Her kareyi özlemle seyrettik. Kendime hiç ağlamadığım için supergirl yakıştırmasını yapan ben gözyaşlarıma ve heyecanıma yenik düştüm...

İlk karede Rahmetli dedecim eşeğinin yanında; kucağında bir yavru kedi... Ben onu yıllarca hep öyle gördüm. Sütten her geldiğinde eşeğine bir muz kabuğu, köpeğine ekmek, kedilerine süt verir, hepsini okşardı. Yukarıdaki fotoğrafı ben 2005 yılında çekmiştim yine kucağında yavru kedilerden biriyle. :) Bahçede baktıkları en az 10 kedileri olurdu her yaz ben gittiğimde. Dedem onları evin içine almak ister, anneannemde hiç izin vermezdi! :)

Çok büyük bir hayvan sevgisi, inanılmaz çalışkanlığı ve hayata bağlılığı ile her zaman bana örnek olmuştur.

Bir an durmayan, hep çalışmak isteyen biriydi dedem. Hep açıkhavada, temiz havada, hep hareket halinde olmaya alışmış biriydi. Her öğlen uykusu vardı 2 saat kadar; ama sorsan hiç uyumazdı o... sadece gözlerini dinlendirirdi. Ya sinekler ya torunlar uyutmazdı onu hiç... :)

O yüzdendi 2007 yılından sonra İzmir'e geldiğinde mutsuzluğu.. Onca binanın, arabanın arasında hayvanlarından uzak kendini gerçekleştiremeyişi. Ne de olsa bedeniydi sadece yıllanan; ruh aynı ruh - ha 18 ha 88... Kendi yaşına inanmazdı zaten hiç! "Ne? olamam ben o kadar" derdi... :)

Cimriydi de biraz dedecim; cimriliği savaş görmekten, yokluk çekmektendi. Sokağa atılacak, lükse verilecek parası yoktu onun. Hayatı boyunca da varsa yoksa çocuklarına - kimseye muhtaç olmasınlar diye - bırakabileceği birkaç mala yatırım yapmıştır çalışarak kazandıklarını.

Abimle Rodos'a her gittiğimizin ilk günü kapıdan girer girmez abime "Türkiye'de neler oluyor?" diye sorardı. İlk önce siyaset ve ekonomi hakkında bilgi edinirdi. İlkokul mezunu bile olmayan dedem; dünya meseleleri ve ekonomiyle çok ilgiliydi. Rodos'un kalabalıklığından anlardı o yıl Yunan turizminin iyi olup olmadığını...

Hep güldürürdü bizi; çünkü hayatla da; kendisiyle de dalga geçerdi sürekli. Turistlerden öğrendiği ingilizce kelimeleri arka arkaya sıralardı bize. Kışları da ingilizcesini pratik yapardı bizlerle telefonda. :)

Hayvanları da; insanları da; çocukları da çok severdi dedecim. "Pereme" diye severdi beni küçükken - çok zayıf olduğumdan mıydı bilmiyorum?! "Pereme" nedir onu da bilmiyorum tam olarak aslında. Bir tür böcek sanırım. :)

Annemler gezmeye gittiğinde abim & dedemle kalırdım ben evde. İskambil oynardık birlikte... Süt satarken eşeğine bindirip gezdirirdi beni arkasında. Herkese de gururla gösterirdi "torunum" diye.

O kadar hızlı yürürdü ki; biz abimle küçük bacaklarımızla ona yetişmek için koşarken öğrendik hızlı yürümeyi. :) Ve bir alışkanlık olarak kaldı bizde.

Videonun bir yerinde "Aaah dünya; neler geldi geçti..." diye iç geçiriyor... Anneannem de "Tabii boşuna mı geçti 80 yıl" diyor... Öyle be dedecim dünya dönüyor, zaman geçiyor, hayat değişiyor... Sadece  yaşadığımız an'lar yanımıza kar kalıyor. Sen de iyi ki yaşadın... iyi ki seni tanıdık... Seni çok; ama çok sevdik. Ve bil ki her gün özleniyorsun...

12 Şubat 2012 Pazar

Hayat bir gündür; o da bugündür...

Ömür dediğin üç gündür, dün geldi geçti; yarın meçhuldür. O halde ömür dediğin bir gündür; o da bugündür... (Can Yücel)

Çok zaman önceydi; o kadar zaman önceydi ki zaman diye birşey yoktu. İnsanlar güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı. Bir daha hiç olmayacakmış gibi dolu ve anlamlı. Derken zaman diye üç parçalı birşey icat etti insan. Bir parçasına dün dedi, diğer parçasına bugün, öteki parçasına da yarın. Sonra fesat karıştı zamana ve insan bugünü unuttu. Dünü düşünüp pişman oldu, yarını düşünüp telaşlandı; ama işin ilginç tarafı tüm telaş ve pişmanlıkları güneş doğup batıncaya kadar yaşadı. Farkında olmadan zehir etti bugününü. Oysa yarın, bugüne dün diyor; dün de bugün için yarın diyordu. Bir türlü beceremedi. Bir eliyle yarına, diğer eliyle düne yapıştı. Bugünü eline yüzüne bulaştırdı...

Mutsuz oldu insan. Ve ne gariptir ki yarının telaşını da dünün pişmanlığını da hep bugün yaşadı; ama bugünü hiç yaşayamadı. Ne yarın ne de dün!

Bu yazıyı bugün bir blogda okudum... Bu da bana başka bir sözü hatırlattı. "If you live each day as if it was your last; someday you'll most certainly be right." bu sözü Steve Jobs 17 yaşındayken okumuş ve 33 yıl boyunca her sabah aynada bugün yapacaklarımı son günüm olsaydı da yapmak ister miydim? diye sormuş kendine... Ve birkaç gün üst üste cevap "hayır" ise bazı şeyleri değiştirmem gerektiğini anladım demiş bir dergideki röportajında.

Bir gün gerçekten son günümüz olacak ve o gün her gün olabilir...

Böylesi bir farkındalık diliyorum herkese... Kendime...

Tekâmül yolculuğunda bir adım ilerlemek için; yaşamımızın her anını daha değerli ve faydalı kılmak için; koşulsuz kabul edebilmek ve mutlu olabilmek için...